Sağlık Sektöründe Yeni İlke

Hasta için değil performans puanı için çalış, hastadan faydalan!

Sağlık sektörü dünya’da da Türkiye’de de hızla değişiyor, dönüşüyor… Birçok yeni fikir deneniyor. Ülkemizde son yıllarda sağlık sistemindeki en büyük değişimlerden biri,  Performansa Dayalı Ek Ödeme Sistemi‘ ne (PDES),   göre şekillenen hasta-hekim ve hekim-hekim ilişkisidir.

Hasta-hekim ilişkisi açısından değerlendirildiğinde PDES ile sağlık kurumlarında hasta sayılarında çok önemli artışlar olmuş, ancak kaliteden ziyade sayılara odaklanan hizmet mantığı nedeni hizmet kalitesinde ciddi düşüşler yaşanmıştır.  Sağlık Bakanlığının 2012-2013 yıllarında, Türk Radyoloji Derneğinden (TRD) talep ettiği ve radyoloji sektöründe kalitenin sorgulandığı,  toplam 9 Bin 282 hastanın değerlendirilebildiği bir araştırmada, bu durum istatistiklerle kanıtlanmıştır.  Bu çalışmanın çarpıcı sonuçlarından birkaçı şöyledir: Radyasyon kullanılarak çekilen Bilgisayarlı tomografi (BT) tetkiklerinin %28’iTRD’nin kalite standartlarına  uygun değildir.  BT çektiren hastaların  %18’i çoğunlukla “tanı konulmaması” gerekçesi ile bir yıl içerisinde tekrarlanmaktadır. Kalite sorunları özel hastanelerde daha sık görülmektedir (www. Kalite.saglik.gov.tr).  Benzer sorunlar Manyetik Rezonans (MR), Mamografi gibi diğer incelemelerde de mevcuttur.  Hastalar performans sistemi baskısıyla radyolojik olarak radyasyon ve yüksek maliyet bedeli ile incelenmekte,  ancak bu işlem yeterince amacına ulaşamamaktadır. Hastaları ülke genelinde bu konuda bilgilendirmek hekim olarak vicdan borcumuzdur.

İkinci sorun hekim-hekim ilişkisi açısından ortaya çıkmaktadır. Hekimlerin yaptığı işlemlerin değeri performans puanı gibi dogmatik, son derece tartışmalı, adil olmadığı her platformda dile getirilen, spekülatif bir sisteme göre değerlendirilmekte ve karşılaştırılmaktadır. Kimi branş hekimi değerli, kimileri ise değersiz kılınmakta; uzun emeklerle yapılan bir inceleme veya anlatılan 1 saatlik ders çok az emek harcananlar işlemlerle eşdeğer olabilmektedir. Hekimleri birbirine düşüren yeni bir uygulama da Sağlık Güvenlik Kurumunun belli işlemlerin ehil olup olmadığına bakmaksızın ödeme kapsamına almasıyla, hastanelere atılan sorun yumağı ile ilgilidir.  Asıl sebebi PDES ve Sağlık Güvenlik Kurumu’nun (SGK), yeni düzenlemelerinden biri olan örnek bir kavga geçtiğimiz günlerde kendi departmanımızda yaşanmıştır.  PDES öncesinde diğer hekimlerce ilgi çekici bulunmayan çeşitli radyolojik işlemler, SGK’nın birçok branşa ödeme yapması nedeniyle paylaşılamamaktadır. Örnek olarak SGK, bilimsel kriterlere göre bu işlemleri yapmak konusunda hekimin ehil ve yeterince tecrübeli olup olmadığını bakmaksızın x ışını eşliğinde yapılan vasküler girişimsel işlemler için radyolojinin yanı sıra kalp damar cerrahisi, beyin cerrahisi ve  nöroloji anabilim dallarına da  ödeme yapmaktadır.  Yüksek  performans ödemesi yapılan  bu vasküler işlemler,  birden fazla  branş tarafından ilgi çekici hale gelmiş ve hekimler pastadan pay alma kavgasına  tutuşmuştur.  Sağlık sistemi, akıl, bilim ve tecrübe yerine,  güçlüye ve yöneticiye yakın olanların kazandığı bir güç savaşına sahne olmaktadır.  Başta radyoloji klinikleri gibi birçok klinikte hasta tedavi etmek hedefi bırakılarak gücü koruma veya meslektaşlarından yeni performans alanları koparma kavgası başlamıştır. Bu kavgalar,  tüm üniversitelere, bilime, etiğe, hekimlere ve en çok da hastalara zarar vermektedir. İlgililere duyurmak ve bu kavgaların nasıl durdurulacağını yetkililere sormak  hekim  ve insan olarak boynumuzun borcudur.

Değişim hep var olmuştur. Toplum ve kurumlar, değişimlerle sınanmaktadır.  Önemli olan değişimin neye hizmet ettiğini sorgulamaktır. İnsana mı, yoksa aldatmaca, kaos ve kavgaya mı!

 

Bilgi ve Bilgelik

Günümüzde bir günlük gazetede verilen bilginin toplamının, 17. Yüzyılda bir ömür boyu öğrenilen bilgiye eş değer olduğu söyleniyor. Bugünün insanı bırakın gazeteleri;  internet adındaki kocaman bir bilgi denizinde yön bulmaya çalışıyor. Bilgi dünyada başedilemez şekilde birikiyor, insan beyni de bilgiyi toplayıp biriktirmek için uğraşıp duruyor. Peki ama bilgi neye hizmet ediyor?  Bilgi insanların mutluluk ve yaşamden keyif almalarına  ne kadar katkıda bulunuyor?

Leonardo Da Vinci, Arşimet, Darwin, Aristo, Sokrates, Mevlana bizden daha mı az bilgiliydi?  Onları neden hala öğrenmeye gerek duyuyoruz? Bu filozofların yüzyıllara uzanan ve hala bizi aydınlatan ışığının gücü nereden kaynaklanıyor?  Kanımca bilge diyebileceğim ve bir insanın olabilecek en güzel halini oluşturan bu insanların temel bazı ayırt edici  özellikleri var:

DSC01914

Birincisi, bu filozofların dünya, doğa ve yaşamı anlamaya yönelmiş tutkulu merakları…  Bu merakın para, ün, güç kazanmak gibi bir hesabının olmaması, yani öğrenmeye ve keşfetmeye duyulan çocuksu istek!  Yarış kazanmak, rakiplere üstün gelmek, ego ve benliği yüceltmek gibi amaçlar taşımaması.

İkincisi, dünya, insan ve evren konusunda keşfettiklerini, geleneksel toplumun veya dinin  baskılarına rağmen cesurca sergileyebilmeleri. Bilgiyi, çevrelerindeki bilgiye susamış bireylerle paylaşmaları ve çoğaltmaları. Tıpkı tutkusunu öğrencisi Platon’a aktaran ve onu ateşleyen Sokrates de olduğu gibi öğrencilerine sevgi ve tutku ile sunmaları; onları heyecanlandırmaları ve onların gençlik enerjileriyle beslenmeleri.

DSC01833

Üçüncü özelliği kuru bilgiyi, kendi gelişim basamakları ile birlikte önce analiz, sonra sentez ve ardından yaratıcılık  diyebileceğimiz transfer  edilmiş bilgiye  dönüştürmeleri, ve böylece yoktan var ederek sıradan insanların hizmetine sunmaları.  

Bilgiliyi bilge insandan ayıran en önemli özellik ise, dünyayı, varoluşu ve insanı bütüncül bir bakış  açısıyla açıklamaları. Günümüzün bilgi  işçisi, derin bir kuyuda, toprağı tırnakları ile kazıp, bilgi yumrularını oluştururken, zaman zaman diğer bilgi kuyularını görmeyebiliyor veya  ufka bakmayı unutabiliyor.  Hatta çoğu zaman, bilgi işçileri kuyularında yetişen ürünlerin insanlığı köleleştirmeye,  sömürmeye, insanı yok etmeye, bencil bir açgözlülüğe, gizli imparatorları beslemeye bile hizmet edebileceğini unutabiliyor. 

Biz bilgi işçileri,  emeğimizi neye adadığımızı sorgulamadan, çoğu zaman kafamız kumda,  yol almaya çalışıyoruz bilgi kuyularımızda. Bilgi yolunda derinlere doğru ilerliyoruz. Peki ya biz nereye ve nasıl gidiyoruz? Bilgi bize ve etrafımızdakilere ne kadar ışık veriyor? Aylarca emek verip ürettiğimiz bilimsel makaleler topluma ne kadar yararlı oluyor?  Kumbaralarımızda biriktirdiğimiz yayın ve atıf sayılarımız kendi özgüvenimizi beslemekten öteye  gidebiliyor mu?  Bilgi sevgi ile harmanlanarak mı sunuluyor takipçilerimize; yoksa aklın kibrine dönüşerek başkaları ile savaşmak; başkalarını ezmek veya üstünlük sağlamak için mi kullanılıyor? Ne  kadar suçlayıp duruyoruz başkalarını,  toplum koşullarını üretmediğimiz durumlarda?

Öğrencilerimiz, toplum, insanlık ve tarih tüm bu sorularla, bilgi ile uğraşıp duranları kocaman eleği ile süzüyor.  Eleğin üzerinde, bilgiyi, bilgeliğe dönüştüren,  bilgi kuyularını da bilen; ancak sık sık kafasını kaldırıp, enginlere de bakabilen; bilgiyi sevgi, cesaret, alçak gönüllülük, hoşgörü ve yaratıcılık ile harmanlayanlar kalıyor kanımca . Sokrates’in dediği gibi, ‘ ancak bilge insan özgürleşiyor ve bu özgürlüğü halkına tattırabildiğince büyütüyor kendini tarih içinde’