16-20 Mayıs 2012 tarihlerinde İran Radyoloji derneğinin davetlisi olarak, Radyoloji konusunda konuşmalar yapmak üzere Türk Radyoloji Dernek Başkanımız Prof. Dr. Nevra Elmas ile birlikte İran’a gittik. Kültürünü ve coğrafyasını ne zamandır merak ettiğim bu köklü ülkeye gitmek heyecan vericiydi. En az Türkler kadar misafirperver bulduğum iran’lılarla her karşılaşmam, bu insanların zerafeti ve kültürlerinin zenginliği konusunda beni yeniden, yeniden keyiflendirdi. İranlı meslektaşlarımızla birlikte Tahran ve Şiraz Üniversitelerini gezip görme fırsatını yakaladık. Bu üniversiteler oldukça geniş alanlara yayılmış büyük ve köklü üniversiteler. Radyoloji klinikleri yeni radyoloji cihazları ile donanımlı. İlginç olarak, İran’da medikal cihaz alanında General Elektrik Firmasının pazar lideri olduğunu öğreniyoruz. Kendi ürettikleri Röntgen cihazlarını gururla gösteriyorlar. İran’da Radyoloji yeterlilik sınavları Türkiye’den çok daha önce uygulanmaya başlanmış. Radyolog olarak görev yapabilmesi için bir asistanın ülke çapında yapılan yeterlilik sınavlarını geçmesi gerekiyor (ülkemizde böyle bir zorunluluk henüz yok).
Türk Radyoloji Derneği adına İran’ı ziyaret etmiş iki kadın akademisyen olarak en çok kadınların durumunu merak ediyoruz. Kız ve erkek çocuklar üniversite yıllarına kadar ayrı okullarda öğrenim görüyor. Kadınların yüksek öğrenim oranı oldukça yüksek. Kadın doktor oranı % 50’lere ulaşmış. Hatta Sağlık Bakanı’nın da kadın olduğunu öğreniyorum. Yine de bölüm başkanları ve yöneticiler genellikle erkek. Fırsat buldukça insanlarla konuşuyorum. Türkiye’ye büyük ilgi gösteriyorlar. Özellikle de Türk dizilerini yakından takip ediyorlar. Karşılaştığım bir kadın teknisyene İran’da kadın hakları konusunda sorular soruyorum. Kendini anlatmaya başlıyor açık yüreklilikle… 10 yıllık evli olduğunu, eşinin son 3 yıldır kendisini terk ettiğini, bir başka kadınla nikah kıydığını, evine hiç gelmediğini, hiçbir maddi katkıda bulunmadığını, üstelik de kendini boşamadığını anlatıyor. İran’da koca izin vermezse kadının dışarıda çalışamadığını, koca istemezse kadının boşanamayacağını , pasaportu kocasında olduğu için yurt dışına çıkamayacağını, boşanamayan kadının başka bir erkekle yaşamayacağını anlatıyor. Muta nikanının gerçek olup olmadığının soruyorum. ‘ Evet gerçek’ diyor. Bir erkek isterse 4 kadınla nikahlanıp, istediği kadar kadınla muta nikahı ile birkaç saat veya birkaç günlüğüne beraber olabilir’ diyor. Hüzünlenip durgunlaşıyoruz. Açık yürekliliği için teşekkür ediyorum kendisine. Soruyorum bir de ‘ Hiç feministleriniz yok mu?’ diye. ‘Vardır ama mahpushanededir’ diyor dili döndüğünce, Türkçe. ‘ Herkes bizi duysun diye anlatmak istiyorum sizlere’ diye ekliyor ‘Ben de kadının acısını ve duyurmanın sorumluluğunu yüreğimde hissediyorum sessizce.
‘ Unutmak kafamızı dağıtmak istiyoruz. Persepolise, İsfehan’a gidelim diyoruz. Görelim görkemli İran kültürünün şatafatlı yapıtlarını.’
İsfehan şehri büyülüyor bizi, hele bir de eski bir kervansaray olarak kullanılmış Abbasi Oteli’nin bahçesinde, fıskiyeler, gece bülbüleri ve güller içinde büyüleniyorum (Resim 1). Kalemim, size ulaşmak üzere harekete geçiyor.

Resim 1: Kervansaray olar kullanılmış tarihi Abbasi otelin bahçesinin gece görünümü. Hüzünlü İran ezgileri, su sesleri ve havuzlara yansımış ışık oyunları ile büyülü bir bahçe.
İsfean şehrine bir mektup yazıyorum:
‘Doğu’nun ismi tarihkitaplarında ışıladayan şehri İsfehan!
Nasıl da güzelmişsin süzgün bahçelerinden bakınca,
Mavi fıskiyeli bahçelerinde kalemle dertleşmemek mümkün mü?
Güzel Farsi kadınların, mutlu mu, yoksa mutsuz mu olduklarını düşünmemek mümkün mü?
Hüzünlü bir Fars şarkısı ve su sesleri eşliğinde izliyorum şehri. Geceyi sessizce süsleyen Hoja köprüsünün boşlukta yaktığı mum (Resim 2), kağıdımı ve bu ülkeyi aydınlatsın. Zarif baş örtülerinin altında, mağrur ve kendi içine kapanık, çekingen ve ürkek; yine de olabildiğince bilge görünen Farslı’ları neşelendirsin. Özgürlüğün tadına tüm doğu toplumları; özellikle de orta doğu doysun istiyorum.

Resim 2: İsfehan Şerindeki Hoja köprüsüne uzaktan bakıldığında köprü ayaklarının kenarlarının birleşimi boşlukta yanan bir mum izlenimi veriyor.
Buralarda din hem çok eski, hem de çok ağır. Omuzların üzerine öylesine bindiriliyor ki, öylesine şekilci ki, özgürlüğün tutuşturduğu yaratma ve yaşama heyecanını eziyor, yok ediyor gibi görünüyor.
Bu ülkelerin insanları, kendi topraklarından kopup gitmek istiyor özgürlüklere doğru….
Yine de kadınları güzelliklerini sergilemek istiyorlar inadına…. Tıpkı şehirlerin güzellikleri gibi….