Ak ile kara, haklı ile haksız, dürüst ile yalancı kendi yerlerinde olduğunda ve karışmadığında dünyanın denge terazisi yine de yerinde durur. Çocuklar bu kavramları birbirini kullanarak öğrenir. Bu kavramlar birbirine karıştığında, yani güzelin içine çirkin, doğrunun içine yanlış girdiğinde yeryüzüne kaos mayası çalınır; insanın aklı karışır, yüreği delirir, başı kesilmiş de yaşıyormuşçasına koşuşturmaya veya kanayan boynunu kafasını gömdüğü kumun içinde aramaya başlar. Bir bilim adamı ‘mantıksızlıkla savaşamam’ der ve yerine oturur. Ya kitapların sayfalarında sallanır veya bilim denilen yalansız netliğe sığınır. Dünyayı kendince keşfe dalar. Zaman böyle akar gider. Kafasını bulup da kumun içinden çıktığında, bir de bakar ki, dünyaya uzatacağı küçük elmas taneleri bulmuş ama, onu gösterebileceği ışık kalmamış etrafta. Uğruna yıllarını verdiği bilim bile, satılmak için üretilmiş, yozlaşmak için kullanılmış. Dünya evren ve doğa aşıkları evlere kapanmış, odalara sığınmış, çocuklardan, öğrencilerden, toplumdan kopmuş… Bilgililer ilgisiz, ilgililer bilgisiz kalmış…
Böyle bir bilim adamı ne işe yarar acaba, kendini narsistler kulübüne veya ancak sanal bir ortamda dolaşan kelime oyunlarına hapsetmek dışında. Daha fazla tüketmek için üretmek dünyaya katkıda bulunur mu? Veya çocukların karnını doyurur mu? Adaletin olmadığı, aç insanların aç gözlü insanların duvarlarının önünde bekleştiği bir dünyaya ne kadar hizmet etmek ister bir bilim insanı?
O zaman her şeyin önünde gelmemeli mi adalet için çabalamak? Yüksek duvarların kapılarını açarak dışarı çıkmak?
Yönetenin yönetileni uyuttuğu bir dünyada, bilim adamının eğer açılmışsa kafası; politikaya da girmelidir, sosyolojiye de, psikolojiye de… İnsanları uyandırmanın da yolunu bilmelidir, bir şehri güzelleştirmenin de… Odasından veya laboratuarından sadece masasını değil; önce kapısının önünü, sonra ülkesini, daha sonra da dünyayı aydınlatan bir ışık yayılmalıdır, akılla ve bilimle ışıldayan… Tek başına bile olsa dürüst olmalıdır insan, önce de kendine… İşte o zaman oturmaya başlar her şey yerli yerine. Aslında bu değil midir temizlik? Toz toprakta, çöp çöplüğünde, vicdan yürekte, kuşlar gökyüzünde…
Yelda. I’m happy you are writing. I have to translate with Google!