Bilgi ve Bilgelik

Günümüzde bir günlük gazetede verilen bilginin toplamının, 17. Yüzyılda bir ömür boyu öğrenilen bilgiye eş değer olduğu söyleniyor. Bugünün insanı bırakın gazeteleri;  internet adındaki kocaman bir bilgi denizinde yön bulmaya çalışıyor. Bilgi dünyada başedilemez şekilde birikiyor, insan beyni de bilgiyi toplayıp biriktirmek için uğraşıp duruyor. Peki ama bilgi neye hizmet ediyor?  Bilgi insanların mutluluk ve yaşamden keyif almalarına  ne kadar katkıda bulunuyor?

Leonardo Da Vinci, Arşimet, Darwin, Aristo, Sokrates, Mevlana bizden daha mı az bilgiliydi?  Onları neden hala öğrenmeye gerek duyuyoruz? Bu filozofların yüzyıllara uzanan ve hala bizi aydınlatan ışığının gücü nereden kaynaklanıyor?  Kanımca bilge diyebileceğim ve bir insanın olabilecek en güzel halini oluşturan bu insanların temel bazı ayırt edici  özellikleri var:

DSC01914

Birincisi, bu filozofların dünya, doğa ve yaşamı anlamaya yönelmiş tutkulu merakları…  Bu merakın para, ün, güç kazanmak gibi bir hesabının olmaması, yani öğrenmeye ve keşfetmeye duyulan çocuksu istek!  Yarış kazanmak, rakiplere üstün gelmek, ego ve benliği yüceltmek gibi amaçlar taşımaması.

İkincisi, dünya, insan ve evren konusunda keşfettiklerini, geleneksel toplumun veya dinin  baskılarına rağmen cesurca sergileyebilmeleri. Bilgiyi, çevrelerindeki bilgiye susamış bireylerle paylaşmaları ve çoğaltmaları. Tıpkı tutkusunu öğrencisi Platon’a aktaran ve onu ateşleyen Sokrates de olduğu gibi öğrencilerine sevgi ve tutku ile sunmaları; onları heyecanlandırmaları ve onların gençlik enerjileriyle beslenmeleri.

DSC01833

Üçüncü özelliği kuru bilgiyi, kendi gelişim basamakları ile birlikte önce analiz, sonra sentez ve ardından yaratıcılık  diyebileceğimiz transfer  edilmiş bilgiye  dönüştürmeleri, ve böylece yoktan var ederek sıradan insanların hizmetine sunmaları.  

Bilgiliyi bilge insandan ayıran en önemli özellik ise, dünyayı, varoluşu ve insanı bütüncül bir bakış  açısıyla açıklamaları. Günümüzün bilgi  işçisi, derin bir kuyuda, toprağı tırnakları ile kazıp, bilgi yumrularını oluştururken, zaman zaman diğer bilgi kuyularını görmeyebiliyor veya  ufka bakmayı unutabiliyor.  Hatta çoğu zaman, bilgi işçileri kuyularında yetişen ürünlerin insanlığı köleleştirmeye,  sömürmeye, insanı yok etmeye, bencil bir açgözlülüğe, gizli imparatorları beslemeye bile hizmet edebileceğini unutabiliyor. 

Biz bilgi işçileri,  emeğimizi neye adadığımızı sorgulamadan, çoğu zaman kafamız kumda,  yol almaya çalışıyoruz bilgi kuyularımızda. Bilgi yolunda derinlere doğru ilerliyoruz. Peki ya biz nereye ve nasıl gidiyoruz? Bilgi bize ve etrafımızdakilere ne kadar ışık veriyor? Aylarca emek verip ürettiğimiz bilimsel makaleler topluma ne kadar yararlı oluyor?  Kumbaralarımızda biriktirdiğimiz yayın ve atıf sayılarımız kendi özgüvenimizi beslemekten öteye  gidebiliyor mu?  Bilgi sevgi ile harmanlanarak mı sunuluyor takipçilerimize; yoksa aklın kibrine dönüşerek başkaları ile savaşmak; başkalarını ezmek veya üstünlük sağlamak için mi kullanılıyor? Ne  kadar suçlayıp duruyoruz başkalarını,  toplum koşullarını üretmediğimiz durumlarda?

Öğrencilerimiz, toplum, insanlık ve tarih tüm bu sorularla, bilgi ile uğraşıp duranları kocaman eleği ile süzüyor.  Eleğin üzerinde, bilgiyi, bilgeliğe dönüştüren,  bilgi kuyularını da bilen; ancak sık sık kafasını kaldırıp, enginlere de bakabilen; bilgiyi sevgi, cesaret, alçak gönüllülük, hoşgörü ve yaratıcılık ile harmanlayanlar kalıyor kanımca . Sokrates’in dediği gibi, ‘ ancak bilge insan özgürleşiyor ve bu özgürlüğü halkına tattırabildiğince büyütüyor kendini tarih içinde’

MEDICAL TRIBUNE NİSAN 2008 DE YAYINLANDI

fotoğraf

1- Radyoloji filmlerinin kalitesiyle ilgili oldukça ilginç bir

çalışmanız olmuştu. Öncelikle neden böyle bir çalışmaya gerek duydunuz?

 

Sayın Göçmen, öncelikle radyolojik filmlerdeki kalite ile ilgili makalemize (Ülkemizde radyoloji hizmeti ne kadar kaliteli?, Bir örnekleme analizi, Özsunar Y, 2006) ve gazeteniz olarak konuya duyduğunuz ilgiye teşekkür ederim. Bu çalışmaya başlama nedenlerimden en önemlisi, sıklıkla yorumlamam için karşıma gelen başka bir merkezde çekilmiş konsültasyon filmlerinin kalitesizliğinden duyduğum rahatsızlıktı. Bu rahatsızlığı kendi kendime homurdanmanın ötesine taşımak, istatistiksel bir yöntemle sorunun varlığını kanıtlamak, boyutlarını ortaya koymak ve ilgililerin tartışmasına sunmak istedim. Kanımca bu basamak sorunun çözümlenmesi için atılacak adamlar açısından yararlı olabilir.

Diğer bir motivasyon kaynağım da, konunun sık sık radyolog meslektaşlarım arasında tartışılması ve önemli sayılmasına rağmen bu konu ile ilgili yayınlanmış herhangi bir istatistiksel verinin mevcut olmaması. Türk Radyololoji Derneği’nin internet sitesindeki ‘Türk radyoloji gündeminde öncelikli soru hangisidir?’ sorusuna verilen yanıtların 28 Aralık 2005 tarihi itibarıyla dökümüne bakıldığında, oy kullanan radyologların yaklaşık dörtte biri için radyolojik incelemelerin standardizasyonunun önemli bir sorun olduğu anlaşılmaktaydı. Kalite ve standardizasyon konusunun ülkemizin en önemli sorunlarından biri olduğuna inanmam da çalışmayı gerçekleştirmemizde rol oynadı.

 

 

2- Kalite sorunları daha çok hangi tür radyolojik incelemelerde ve hangi alanlarda görülüyor?

 

Bölgemizdeki 40 merkezden yaptığımız örneklememizde, kliniğimize gönderilen radyolojik tetkiklerin sadece %22 sinin olması gerektiği gibi olduğu, %47 sinde tanı için kısmen veya tamamen tekrara veya ek incelemeye gerek duyulduğu anlaşılmaktadır. Radyolojik tetkik türleri eşit sayıda örneklenmediğinden kalite probleminde öne çıkan tetkik yönteminden söz etmek doğru olmaz. Kalite problemlerini birçok tetkikte ortak olarak kullanılan x ışığı miktarı, inceleme alanı, banyo gibi ortak özelliklere göre sınıfladık. Buna göre örneklemelerde %61 kontrast maddenin uygunsuz zamanlaması, %51 kontrast maddenin az kullanılması, %42 eksik sekans veya pencere, %39 pencereleme, %32 oranında uygun olmayan tarama alanı, %16 uygun olmayan x ışını miktarı ile ilgili kalite sorunları saptadık.

 

3- Çalışmanızda örnekleminizi üniversite hastanesi, devlet hastanesi ve

özel merkez olarak sınıflamıştınız. Kalite konusunda bu kategoriler arasında ne gibi farklar ya da üstünlükler var?

 

Tekrar gerektiren radyolojik tetkiklerin yapıldığı merkez ile ilgili sınıflandırmada, tekrar gerektirecek oranda kalitesiz tetkik oranı üniversite hastanelerinden %20, Özel merkezlerden %45, devlet hastanelerinden %60 oranında kaynaklanmıştı. Bu anlamda en düşük kalitedeki tetkikler devlet hastanelerinden menşey almaktaydı. Bunu özel merkez ve üniversite hastaneleri takip etmekteydi.

 

 

4- Radyologlar arasında radyolojik incelemelerin standardizasyonu

konusunda yoğun şikayetler olduğu biliniyor? Bu konudaki eksikliklerin

giderilmesi için neler yapılmasını önerirsiniz?

 

Bu soru ile ilgili önerilerimizi, makalemizin tartışma kısmında da belirttiğimiz gibi şu şekilde sıralayabiliriz:

 

a)Radyologların bilgi veya ilgi eksikliği: Ülkemizdeki radyolojik hizmetin tek kalite kontrol basamağı radyologlar tarafından yapılmaktadır. Dolayısı ile teknisyenlerden veya kurumdan kaynaklanan kalite problemlerinin altına da radyologların imzası atılmaktadır. Bu nedenle tanımladığımız tüm sorunlarda radyologların az veya çok katkısının olduğu yadsınamaz. Sorunun çözümünde radyologların radyolojik kalite ve standardizasyonu konusundaki eğitimlerinin anahtar rol oynayacağını düşünmekteyiz. Bu aşamalarda radyolog eğitiminin standardizasyonu ve ülke çapında radyolojik tetkiklerin kalite kontrol ölçütlerinin belirlenmesi bir an önce çözümlenmesi gereken sorunlardandır. Radyolojide yeterlilik sınavları radyolog eğitiminin standardizasyonu konusunda atılmış çok önemli bir adımdır. Bu sınavlarda radyolojik tanı ve fizik bilgisi kadar kalite kontrolü ve olası problemlerin çözüm yolları da sorgulanmalıdır. Kalite kontrol ölçütlerinin belirlenmesinde, ülkemizdeki eğitici radyologların buluştuğu tek ortak şemsiye olan Türk Radyoloji Derneği’ne (TRD) bu anlamda büyük görev düşmekledir. Konu ile ilgili olarak kurulacak çalışma grubu ‘yeterli radyolojik tetkik’ tanımlamalarını yapmalı ve konuyu radyologların tartışmasına açmalıdır. Konu ile ilgili olarak kararlaştırılacak ortak ölçütlerin ardından, bu ölçütlerin denetlenmesi konusunda Sağlık Bakanlığı ile eşgüdümlü olarak kalite denetim birimleri kurulmalıdır. Bu birimler bölgelerindeki radyoloji merkezlerini periyodik olarak denetlemelidir. Denetlemeler sonucunda kalite standartlarına uymayan merkezlere Sağlık Bakanlığı, Emekli Sandığı, Tabip Odası, Tüketici Hakları Derneği gibi kurumlarla işbirliği ile çeşitli yaptırımlar uygulanmalıdır.

 

b)Teknisyenlerin bilgi veya ilgi eksikliği: Örneklememizde saptadığımız inceleme alanının eksik kalması, uygunsuz x ışını ve banyo, yetersiz kontrast madde zamanlaması sorunlarının birincil muhatabı teknisyenler gibi görünmektedir. Kanımızca sorun büyük ölçüde bilgi, beceri ve denetim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde teknisyenlerin beceri (pratik) eğitimi genellikle çalıştığı kurumdaki radyologlar tarafından verilmektedir. Dolayısı ile radyolog basamağındaki bilgi ve denetim eksiklikleri teknisyenlerin ürün kalitesine yansımaktadır. Teknisyenlerin pratik ve mezuniyet sonrası düzenli eğitimi ile ilgili olarak önemli sorunlar bulunmaktadır. Kolay ulaşılabilir, düzenli eğitim aktiviteleri mevcut değildir. Teknisyenler için Türkçe olarak yazılmış yeterli sayıda eğitim kaynağı bulunmamaktadır. Radyologlarda olduğu gibi teknisyen eğitiminin de standardizasyonu ve ulusal yeterlilik sınavlarının düzenlenmesi hızla atılması gereken adımlar olarak beklemektedir. Radyolog meslek odalarının daha organize ve ekonomik olarak daha güçlü olduğu göz önünde bulundurulduğunda TRD’ nin bu konuda önayak olması ve yol göstermesi gerekmektedir. Alınacak olumlu sonuçlardan en başta radyologlar kazançlı çıkacaktır.

 

c) Cihaz ve teknik donanım eksiklikleri: Kalite problemlerinden yetersiz banyo, yetersiz kontrast madde zamanlaması ve kısmen de olsa eksik sekans kullanımı, cihaz yetersizliğinden kaynaklanabilir. Ancak ülkemizdeki kalite probleminin yaygınlığı, teknolojik cihaz parkı ile örtüşmemektedir. Ülkemizdeki MR merkezlerinin bilinen yaygınlığı göz önünde bulundurulduğunda, cihaz eksikliğinden çok, eldeki cihazların tam kapasite ile kullanılamamasının doğurduğu problemler öne geçmektedir. Belirtilen problemler kullanıcı eğitimi; cihaz alımlarında daha rasyonel, verimli ve paylaşımcı planlamaların yapılması ile aşılabilir. Radyolog, hastane yönetimi ve hastaneler arası iletişim problemlerin çözülmesinde anahtar rol oynayabilir. Örneğin abdominal tetkilerde spiral BT kullanılmasına rağmen, otomatik enjektör kullanılmamasından kaynaklanan zamanlama hataları sıkça dikkatimizi çekti. Otomatik enjektör kullanımı, abdominal incelemelerin standardizasyonunda; PACS gibi dijital arşivleme yöntemlerinin kullanımı, direk grafilerdeki X ışını miktarı ayarlaması ve banyo gibi problemlerin aşılmasında yardımcı olabilir.

 

d) Sağlık kuruluşunun hizmet politikası ve ekonomik nedenler: Tetkikin yapıldığı sağlık kuruluşuna göre yapılan sınıflandırmada en az tekrara üniversite hastanelerinden, en fazla tekrara Devlet Hastanelerinden gönderilen tetkiklerde gerek duyuldu. Bu durum devlet hastanelerinde çalışan radyolog sayısının veya çalışma saatlerinin sınırlı olması ile açıklanabilir. Doktor başına düşen hasta sayısı tanımlamasında olduğu gibi, radyolog başına düşen tetkik sayısı tanımlamaları ve önerilen rakamlar, kurulacak bir çalışma gurubu tarafından belirlenebilir. Böylece kurumlardaki radyolog ve teknisyen istihdamında ülkemiz için belirlenmiş referans değerler Sağlık Bakanlığı ve Üniversitelere önerilebilir. Devlet hastaneleri ve özel merkezlerde çalışan radyolog ve teknisyenlerin eğitsel faaliyetlere daha az katıldıkları bilinmektedir. Eğitim faaliyetlerinin ödüllendirildiği (örneğin performans uygulamasındaki ücretlendirmelerde eğitim faaliyetleri ve sınav sonuçlarına da yer vererek ) bir yönetim sistemi yapılandırılmalıdır. Yetersiz kesit sayısı, x ışını ve kontrast madde kullanımından kaynaklanan problemler sağlık kuruluşunun ekonomik kaygılarından kaynaklanabilir. Bu sorunların daha çok özel merkezlerde yoğunlaşması, rekabet koşulları gereği aşırı düşürülmüş tetkik fiyatlarından kaynaklanabilir. Birim tetkik fiyatlarına ek olarak, kalite kontrol şartlarının da hastaneler ve sağlık kuruluşlarınca istenmesi soruna çözüm olabilir. Bu aşamada, kanımızca en önemli sorun kalite kontrolünü yapabilecek üst bir kurumun olmamasından ve ülkemiz için radyolojik kalite standartlarının oluşturulmamasından kaynaklanmaktadır.

 

Sonuç olarak çalışmamız daha çok büyük ve nispeten kalkınmış batı illerine dayalı küçük bir örneklemedir. Bu nedenle tüm ülke için çıkarsamalar yapmak güçtür. Bununla birlikte, konu ile ilgili başka bir çalışma olmaması ve önemi gereği, sorunun boyutları konusunda fikir vermektedir. Daha küçük iller ve ülkenin doğusunda sorunun daha büyük olacağını düşünmekteyiz. Olabildiğince heterojen bir grup oluşturmak adına tek bir merkezden yapılan örnekleme sayımızı sınırlandırdık. Çalışma, Türkiye’nin doğu illerini de kapsayan diğer kliniklere de teklif edildi. Ancak katılım sayısı sınırlı kaldı. Sorunun Türkiye genelindeki boyutları TRD ve sağlık bakanlığı gibi kamu kuruluşlarınca araştırılmalıdır. Verilerimiz, anket çalışmalarının doğası gereği öznellik içermektedir. Ancak değerlendiricilerin tümü akademik olarak eğitim yapma görevi bulunan tecrübeli radyologlardan oluşmaktadır.

Çalışmamızın ilgilileri somut adımlar atma konusunda harekete geçirmesini; meslektaşlarımı konuya dair daha duyarlı ve dikkatli olmaya teşvik etmesini diliyorum.

 

5- Teşekkür ederiz.

 

ÖZGÜDÜLÜ (SELFMOTİVE) ELEMAN İLANI

Oryantalist, gelişime kapalı, katı kuralların ve hiyerarşinin egemen olduğu toplumlarda özgüdü, güdük kalmaya mahkûm kalıyor. Ancak yine de yeşermenin güçlü içgüdüsüyle, baş göstermeden de edemiyor. Dünyaca ünlü bir üniversitenin biyomedikal görüntüleme bölümüne alınacak doktora sonrası eleman ilanını okuyorum. İşe alınacak elemanın eğitim nitelikleri sıralandıktan sonra, aranan özellik konusunda iş ilanı şöyle bitiyor: ‘Kişinin kendi gelişimi konusunda self motivasyonunun
olması’, yani kendi kendini güdeleyebilmesi. Self motivasyon’un Türkçe karşılığına pek rastlamıyoruz. Çok sözü geçmeyen, ihtiyaç duyulmayan bir kelime olduğundan olsa gerek. Türk Dil Kurumu sözlüğünde olmasa da yeni yeni özgüdü kelimesi kullanılmaya başlanmış.

Özgüdülü insan, yeryüzünün neresinde, hangi koşullarda olursa olsun kendini geliştirme, elindeki kaynakları değerlendirme ve üretme
becerisi gösteren kişi demektir. Belki genetik, belki de çocukça merak duygusunun dış koşullarla budanmamasının getirdiği bir zenginlik. Bu zenginlik sayesinde özgüdülü insanları kendine çekebilen toplumlar veya üniversiteler geliştikçe gelişiyor.

Oryantalist, gelişime kapalı, katı kuralların ve hiyerarşinin egemen
olduğu toplumlarda özgüdü, güdük kalmaya mahkûm kalıyor. Ancak yine de yeşermenin güçlü içgüdüsüyle, baş göstermeden de edemiyor. Zaman zaman üniversitelerimizde de boy gösteren bu insanların bir avucuna şans yardım ederse, yani gelişip büyüyebilecekleri ortam bulurlarsa ülkenin önde gelen bilim adamları veya öncülerine dönüşebiliyorlar. Aksi durumlarda ya deveyi güdemeyip beyin göçü kervanına katılarak bu diyardan gidiyorlar veya baskıcı ve ezici ortamlarda küçük mutluluklar
peşinde kafalarını kuma gömüyorlar. Bu insanların zamanın yavaş akışına ve hiyerarşiye ayak uyduramayanları, zaman zaman ‘hırslı, açgözlü, asi, düzenbozucu’ gibi nitelendirmelerle karşılaşabiliyor.
Bu konuya kafa yorarken aklıma şu soru geliyor: ‘Özgüdülü bilim insanı nasıl belli olur?’ Kendimi, iş ilanı veren bölüm başkanının yerine
koyuyorum. Türkiye’de olsam, basitçe doçentlik sınavından sonra ne kadar üretken olduğuna bakardım diye düşünüyorum. Sınav ve akademik yükselme kaygısının kalktığı doçentlik sonrası dönem, aslında özgüdünün değerlendirilmesi için en uygun zaman. Ülkemizde doçentlik sonrası dönem, öğretim üyesine kendi özgüdüsünü sorgulaması açısından özgürlük ortamı sağlıyor. Özgüdüden yoksun akademisyenlere de bol bol üretmeme özgürlüğü…

HİZMET SEKTÖRÜNDE ZORLA GÜZELLİK OLUR MU?

Kalp damar cerrahı, öğretim üyesi arkadaşımla sohbet ediyoruz. Bugün
nöbet tutuşunun 20. yıldönümüymüş. ‘Kıpkırmızı bir bardak çay ile
kutlayalım’ dedik içimiz buruk.
Bugünlere geleceğimizi bilseydim gün aşırı bunca nöbeti tutar mıydım
bilmem, dedi. Cerrah olmak çok zordur bilirsin. Bütün gece nöbet
tutup, ertesi günü çalışmaya devam ederiz, saatlerce ameliyatlar
sürer, çoğumuzun boyun fıtığı vardır. Çoğumuz stresli, hipertansiyonlu
insanlarızdır. İnsanın damarı, beyni parmağımızın ucundadır çünkü. Mal
alıp satmaya benzemez bilirsin; ancak yakınlarımız bilir işimizin
güçlüğünü. Eve gider üstüne de ders çalışırız, sınavlar için,
doçentlik için, makale için, ders hazırlamak, öğrenmek için. Beyin ve
parmak işçisiyiz biz anlayacağın.
Geçen gün bir amcayı ameliyat ettim, ameliyat iyi geçti ama, çok yaşlı
olunca enfeksiyon kaptı, kötüleşti. Muş aşiretinden biriymiş amca.
Muş’tan otobüslerle insanlar geldi hastane kapılarına, bekleşip
durdular gözümün içine baka. Geceleri uyuyamadım kaygıdan, sonra da
düşündüm değer mi diye. Aldığım toplam doçentlik maaşı 2.500 TL. Doğru
dürüst performans dağıtmıyorlar hastane zararda diye.
Yeni yasal düzenlemelerle artık yaptığımız iş para puan ile çarpılır
oldu. Bu iş bu para, bu puan ile yapılır mı diye düşünmeye başladım.
Kirlendiğimi hissettim. En başta da mesleğimin kirlendiğini. Geceleri
uykusuz kalmam, ders anlatmam, yöneticimin, yöneticinin, girişimcinin
gözünde değersiz önemsiz… Eskiden bunlar hastam için, yeminim için,
öğrencim için, insanlık ve bilim için yaptıklarım içindi. Aldığım para
önemsizdi. Artık sistem değişti, puan para hesabı hepimizi köreltti,
küçülttü. Artık meslektaşlarımın kaçı bugüne kadar yaptıklarımızı
yapar bilemem.
Hasta başı para, puan hesabı, hasta iyileştirme hedefinin önüne geçti.
Artık doktorlar puan biriktirme derdiyle hastayı oyalayıp, yüzünü
gösterir tetkik ister durur. Ancak kaç kişi hekimlik sanatını uygular,
elini taşın altına koyar, riskli hastayı ameliyat eder bilmem. Riskli
hastaya bakmanın puanı nezleye bakmak ile aynı bu sistem yapılan
işlemin kalitesi ile ilgilenmiyor, hasta ne kadar uzun yaşamış,
yapılanlar işe yaramış mı, hasta iyileşmiş mi kimse düşünmüyor.
Şu anda bir doktor bir muslukçu yada bir telefoncudan daha düşük maaş
oluyor. Bir MRG raporu 3-5 liraya raporlanıyor; özel sektörde bir
muslukçu 25 TL’den açıyor servisi. Çünkü sistem doktorun emeğini
kontrol edip, ucuzlatıp girişimciye ucuz işçi, para kazanma yolu
olarak sunmak istiyor neyse ki şu anda kimse muslukçunun aldığı para
ile ilgilenmiyor.
Hekimlik mesleği köşeye sıkışmış, umutsuz, çaresiz ve emekleri
ucuzlatılmış girişimcilerin, hastane sahiplerinin iştahını açan
sofralara yem olarak atılmış durumda. Kutsal hastası kendi vergisi,
emeği, huyu ile kurulan yönetimlerle karşı karşıya. Aklı selim bir
mantığın elbet günün birinde yerleşeceğini, güneşin balçıkla
sıvanamayacağını, zorla, seçeneksiz bırakılarak çalıştıran hastaların
şifa dağıtamayacağını, zorla güzelliğin hizmet sektöründe
olamayacağını söylese de yürekler kırgın, hastalar sahipsiz ve
ilgisiz.
Cerrahlar ameliyathanelere sokulmuyor. Oy için, puan için yoksullukla
hekimi korkutarak yine hekime hasta baktıran mantık yanına artık
kimselerin sistem gereği dokunmak için motive olmadığı zor ve riskli
hastaları alarak yok olacak. Geriye sadece o hastaların yakınları ve
gerçeği bilen hekimlerin yanık yüreği kalacak. O zaman iş işten geçmiş
olacak, hastalarımızı korumak yemini gereği boynumun borcu.
Hastalarımıza duyurulur.

KADIN RADYOLOG GÖZÜYLE İRAN

16-20 Mayıs 2012 tarihlerinde İran Radyoloji derneğinin davetlisi olarak, Radyoloji konusunda konuşmalar yapmak üzere Türk Radyoloji Dernek Başkanımız Prof. Dr. Nevra  Elmas ile birlikte İran’a gittik. Kültürünü ve coğrafyasını ne zamandır merak ettiğim bu köklü ülkeye gitmek heyecan vericiydi. En az Türkler kadar misafirperver bulduğum iran’lılarla her karşılaşmam, bu insanların zerafeti ve kültürlerinin zenginliği konusunda beni yeniden, yeniden keyiflendirdi.  İranlı meslektaşlarımızla birlikte Tahran ve Şiraz Üniversitelerini gezip görme fırsatını yakaladık. Bu üniversiteler oldukça geniş alanlara yayılmış büyük ve köklü üniversiteler.  Radyoloji klinikleri yeni radyoloji cihazları ile donanımlı. İlginç olarak, İran’da medikal cihaz alanında General Elektrik Firmasının pazar lideri olduğunu öğreniyoruz. Kendi ürettikleri Röntgen cihazlarını gururla gösteriyorlar. İran’da Radyoloji yeterlilik sınavları Türkiye’den çok daha önce uygulanmaya başlanmış.  Radyolog olarak görev yapabilmesi için bir asistanın ülke çapında yapılan yeterlilik sınavlarını geçmesi gerekiyor (ülkemizde böyle bir zorunluluk henüz yok).

Türk Radyoloji Derneği adına İran’ı ziyaret etmiş iki kadın akademisyen olarak en çok kadınların durumunu merak ediyoruz. Kız ve erkek çocuklar üniversite yıllarına kadar ayrı okullarda öğrenim görüyor. Kadınların yüksek öğrenim oranı oldukça yüksek.  Kadın doktor oranı % 50’lere ulaşmış. Hatta Sağlık Bakanı’nın da kadın olduğunu öğreniyorum. Yine de bölüm başkanları ve yöneticiler genellikle erkek. Fırsat buldukça insanlarla konuşuyorum. Türkiye’ye büyük ilgi gösteriyorlar. Özellikle de Türk dizilerini yakından takip ediyorlar.  Karşılaştığım bir kadın teknisyene İran’da kadın hakları konusunda sorular soruyorum. Kendini anlatmaya başlıyor açık yüreklilikle…  10 yıllık evli olduğunu, eşinin son 3 yıldır kendisini terk ettiğini, bir başka kadınla nikah kıydığını, evine hiç gelmediğini,  hiçbir maddi katkıda bulunmadığını, üstelik de kendini boşamadığını anlatıyor.  İran’da koca izin vermezse kadının dışarıda çalışamadığını, koca istemezse kadının boşanamayacağını ,  pasaportu kocasında olduğu için yurt dışına çıkamayacağını, boşanamayan kadının başka bir erkekle yaşamayacağını anlatıyor. Muta nikanının gerçek olup olmadığının soruyorum. ‘ Evet gerçek’ diyor.  Bir erkek isterse 4 kadınla nikahlanıp, istediği kadar kadınla muta nikahı ile birkaç saat veya birkaç günlüğüne beraber olabilir’ diyor. Hüzünlenip durgunlaşıyoruz.  Açık yürekliliği için teşekkür ediyorum kendisine.  Soruyorum bir de ‘ Hiç feministleriniz yok mu?’ diye.   ‘Vardır ama mahpushanededir’ diyor dili döndüğünce, Türkçe.  ‘ Herkes bizi duysun diye anlatmak istiyorum sizlere’ diye ekliyor ‘Ben de kadının acısını ve duyurmanın sorumluluğunu yüreğimde hissediyorum sessizce.

‘ Unutmak kafamızı dağıtmak istiyoruz. Persepolise, İsfehan’a gidelim diyoruz.  Görelim görkemli  İran kültürünün şatafatlı yapıtlarını.’

İsfehan şehri büyülüyor bizi, hele bir de eski bir kervansaray olarak kullanılmış Abbasi Oteli’nin bahçesinde, fıskiyeler, gece bülbüleri ve güller içinde büyüleniyorum (Resim 1). Kalemim,  size ulaşmak üzere harekete geçiyor.

Resim 1: Kervansaray olar kullanılmış tarihi Abbasi otelin bahçesinin gece görünümü. Hüzünlü İran ezgileri, su sesleri ve havuzlara yansımış ışık oyunları ile büyülü bir bahçe.

İsfean şehrine bir mektup yazıyorum:

‘Doğu’nun ismi tarihkitaplarında ışıladayan şehri İsfehan!

Nasıl da güzelmişsin süzgün bahçelerinden bakınca,

Mavi fıskiyeli bahçelerinde kalemle dertleşmemek mümkün mü?

Güzel Farsi kadınların, mutlu mu,  yoksa mutsuz mu olduklarını düşünmemek mümkün mü?

Hüzünlü bir Fars şarkısı ve su sesleri eşliğinde izliyorum şehri. Geceyi  sessizce süsleyen Hoja köprüsünün boşlukta yaktığı mum (Resim 2), kağıdımı ve bu ülkeyi aydınlatsın. Zarif baş örtülerinin altında, mağrur ve kendi içine kapanık, çekingen ve ürkek; yine de olabildiğince bilge görünen Farslı’ları neşelendirsin. Özgürlüğün tadına tüm doğu toplumları; özellikle de orta doğu doysun istiyorum.

Resim 2: İsfehan Şerindeki Hoja köprüsüne uzaktan bakıldığında köprü ayaklarının kenarlarının birleşimi boşlukta yanan bir mum izlenimi veriyor.

 

Buralarda din hem çok eski, hem de çok ağır. Omuzların üzerine öylesine bindiriliyor ki, öylesine şekilci ki, özgürlüğün tutuşturduğu yaratma ve yaşama heyecanını eziyor, yok ediyor gibi görünüyor.

Bu ülkelerin insanları, kendi topraklarından kopup gitmek istiyor özgürlüklere doğru….

Yine de kadınları güzelliklerini sergilemek istiyorlar inadına…. Tıpkı şehirlerin güzellikleri gibi….